Peygamber efendimizin ölüm yeri neresi ?

Baris

New member
Peygamber Efendimizin Ölüm Yeri Neresi? Tarih, İnanç ve Biraz Mizah Arasında

Bir forumda biri “Peygamber Efendimizin ölüm yeri neresi?” diye sorduğunda, altına gelen cevapları tahmin edebiliyorum:

– “Google’a yazsan çıkar.”

– “Mescid-i Nebevi’de, Medine’de.”

– “Hocam bu ciddi konu, şakası olmaz!”

Ama gelin itiraf edelim, hepimiz bazen ciddi konulara bile merakla, hatta biraz da mizahla yaklaşırız. Çünkü inanç, sadece tarih kitaplarında değil; kalbimizde, sohbetlerimizde, hatta klavyemizin ucundaki samimiyetle yaşar. O yüzden bu konuyu hem bilgiyle hem de gülümseterek ele alalım.

Tarihsel Gerçek: Medine, Son Nefesin Şehri

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), 8 Haziran 632 (12 Rebîülevvel 11 Hicrî) tarihinde Medine’de vefat etti. Vefat ettiği yer, eşi Hz. Âişe’nin (r.a.) odasıydı.

Bugün o oda, Mescid-i Nebevi’nin bir parçasıdır ve türbesi orada, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in kabirleriyle yan yana bulunur.

Yani evet, sorunun kısa cevabı bu: Peygamber Efendimizin ölüm yeri Medine’dir.

Ama forumlarda kısa cevaplar yetmez. Çünkü hepimizin içinde “tamam da…” diye başlayan bir merak vardır. O merak, hem bilgiye hem insani hikâyeye açtır.

Bir Evde Başlayan Sonsuzluk: Hz. Âişe’nin Odası

Hz. Âişe’nin odası aslında mütevazı bir mekândı: kerpiç duvarlar, hurma dallarından tavan, sade bir döşeme. Orada bir lider değil, bir insan yattı. Hastalığında ümmetine veda eden bir eş, bir baba, bir dosttu.

İlginçtir, o dönemde sahabeler bile “Peygamber nasıl ölür?” sorusunu kabullenememişti. Hz. Ömer, bu haber üzerine kılıcını çekip “Kim Muhammed öldü derse, kellesini alırım!” diye haykırmıştı. Çünkü o kadar derin bir sevgi, o kadar insani bir inkâr hali vardı.

Bir kadın bakış açısından, Hz. Âişe’nin durumu ise başka bir hikâyeydi. Sevdiği insanı, üstelik bir peygamberi kaybetmek… Empatinin en derin hali belki de o odada yaşandı. Kadınlar genellikle “nasıl”dan çok “ne hissetti” diye sorar; işte o oda, duyguların tarihidir.

Forumda Bir Tartışma Canlanıyor: “Neden Medine?”

Şimdi düşünelim: Allah Resulü neden Medine’de vefat etti? Neden Mekke’de değil?

Bazı forum kullanıcıları şöyle yazardı belki:

– “Stratejik bir sembol: İslam Medine’de devletleşti.”

– “Çünkü Medine, imanla yaşamın birleştiği şehir.”

– “Belki de hayatının son dönemini huzurla geçirmek istedi.”

Gerçek şu ki, Medine sadece coğrafi bir yer değil, bir manevi merkezdir.

Mekke “vahyin doğduğu”, Medine ise “insanın yaşadığı” yerdir.

Erkeklerin stratejik bakışıyla söyleyelim: Mekke misyondu, Medine vizyon.

Kadınların empatik yorumu ise şöyle olurdu: Mekke özlemdi, Medine yuva.

Mizah Arasında Ciddiyet: “Cennetü’l-Baki mi, Mescid-i Nebevi mi?”

Bir gün forumda biri ciddi ciddi sorar:

– “Peygamberimizin kabri Cennetü’l-Baki mezarlığında mıydı acaba?”

Ve hemen biri cevap verir:

– “Hayır kardeşim, yanlış bilgi! O, Mescid-i Nebevi’nin içindedir.”

Sonra üçüncü biri gelir:

– “Ben geçen yıl gittim, Google Maps bile bulamıyor zaten!”

İşte tam bu noktada mizah devreye girer. Çünkü bazen kutsal olanı anlamanın en doğal yolu, onun etrafında insanca konuşmaktır. Mizah, inancı küçültmez; tersine, ona hayat katar.

Ama bilgi kısmına dönersek: Cennetü’l-Baki, birçok sahabenin yattığı yerdir; ancak Peygamber Efendimizin kabri Mescid-i Nebevi’de, Ravza-i Mutahhara denilen kutsal bölümde yer alır. Bu alan, İslam dünyasında “Cennet bahçelerinden bir bahçe” olarak kabul edilir.

Erkekler, Kadınlar ve “Merakın Yönü”

Forumlarda dikkat ederseniz, erkekler genelde “konunun kökeni, tarihi, kaynakları” gibi stratejik yönleri sorgular.

Bir erkek kullanıcı şöyle yazabilir:

– “Kaynak olarak Buhari ve Müslim ne diyor, oradan bakalım.”

Bir kadın kullanıcı ise başka bir açıdan yaklaşır:

– “Hz. Âişe o anda ne hissetti acaba? Peygamberin sesi odada nasıl yankılandı?”

Bu farklılıklar aslında bir zenginliktir. Çünkü tarih sadece kronolojiyle değil, duygu ve anlamla da yazılır. Kadınlar hikâyeyi kalpten okur, erkekler akıldan; ikisi birleştiğinde ise tarih canlanır.

Bu çeşitlilik, Peygamber Efendimizin öğrettiği bir şeyi hatırlatır:

“Hikmet, müminin yitiğidir; nerede bulursa alır.”

Yani bilgi, duygu, mizah veya strateji… Hepsi hikmetin parçalarıdır.

Modern Zihinlerin Sorusu: “Bugün Medine Ne İfade Ediyor?”

Bugün Medine’ye bakan biri, yüksek minareler, ışıklarla donatılmış bir şehir ve milyonlarca ziyaretçi görür.

Ama o şehirde hâlâ sade bir evin hikâyesi vardır. O ev, modern dünyanın telaşında bile insanın “sakin ölme hakkı”nı hatırlatır.

Petrol çağının göbeğinde, Medine hâlâ tevazunun sembolüdür.

Bir forum üyesi şöyle yazmıştı:

> “Medine’ye gidince anladım ki, bazı şehirler insanı çağırmaz; insan, o şehirde kalmak ister.”

> Bu, sadece inanç değil, insani bir sezgidir.

Son Söz: Bir Ölüm Değil, Bir Devamlılık

Peygamber Efendimizin ölüm yeri Medine’dir, ama ölümü “son” değildir.

Hz. Âişe’nin evinde başlayan o veda, aslında insanlığın kalbinde devam eden bir hatıradır.

Bugün milyonlarca insan oraya gidip “Esselâmu aleyke yâ Resûlallah” derken, bir mezara değil, bir mirasa seslenir.

Forumun sonunda belki biri şu soruyu sorar:

– “Peki sizce Peygamberimizin ölüm yeri neden hâlâ bizi bu kadar etkiliyor?”

İşte o soruya cevap aramak, hem tarih bilmek hem insan olmaktır.

Ve belki de o an anlarız:

Bazı yerler coğrafya değildir — kalbin hafızasıdır.